Bilginin Sınırı Nedir? İnsan Neyi Bilebilir?
Bilginin sınırları, felsefi şüphecilik ve herhangi bir şeyi bilme yeteneği ile ilgilidir.
Bu konu, epistemolojide ortaya çıkmış bir dizi argümanı bir araya getirmektedir, ana argüman Descartes’ın şüphenin üç dalgası olarak tanımlanır. Descartes’ın şüphenin üç dalgası, şeytan hakkındaki tartışma, küresel/felsefi şüpheciliğe bir örnektir, çünkü normalde bilgi olarak kabul ettiğimiz hemen hemen her şeye şüphe düşürür.
Kötünün var olması gibi aşırı şüpheci senaryolara bakmanın amacı, bilebileceğimiz bir şey varsa, onu belirlemektir. Bu kapsamda şüpheciliğe verilen cevaplar şöyledir:
- Descartes’in Yorumu
- Russell’ın Yorumu
- Locke’un Yorumu
- Berkeley’in Yorumu
- Güvenilirlik
Şüphecilik Nedir?
İçindekiler
Günlük hayatta her zaman bir şeylerden şüphe ederiz. Örneğin bir arkadaşınızın doğum gününün 26 ya da 28 Mart olduğunu ya da felsefe sınavının saatinin kaç olduğunu bilmiyor olabilirsiniz ya da “İtalya’nın başkenti’ni” doğru hatırladığınızdan şüphelenebilirsiniz. Bu, duruma felsefe dilinde “sıradan şüphe” veya “normal şüphe denilmektedir.
Felsefi şüphecilik, bu olağan şüphelerin ötesine geçer ve bildiğimizi sandığımız neredeyse her şeye belirsizliğe neden olur. Felsefe ve popüler kültürde yaygın olarak şüphecilik örneği olan birkaç senaryo vardır:
- Descartes’ın Şeytanı
- Matrix
- Simülasyon Hipotezi
- Sanal Gerçeklik
- Kavanozdaki Beyin
Kavanozdaki beyin felsefede çok fazla örnek verilen bir senaryodur. Buna göre: Tüm deneyiminiz beyniniz tarafından yorumlanan elektrik sinyallerinden başka bir şey değilse, kavanoz içerisindeki bir beyin olup olmadığınızı, beyne gönderilen elektrik sinyallerinin yapay olup olmadığını anlayamazsınız.
Yani kavanozdaki beyin senaryosuna göre yaşadığınız her şey elektrik sinyallerinden başka bir şey değildir. Siz bir arkadaşınızla yemek yemeğe çıkmış olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak aslında bu kavanozdaki beyine gönderilen sinyallerden başka bir şey değildir. Kavanozdaki beynin bu durumu algılaması imkansızdır.
Descartes’in Şeytanı
Descartes’in şeytanı yaşanılan tüm kötü deneyimlerin bir şeytan tarafından yaratılan bir ilizyon olduğunu söyler. Böyle bir durumda yaşadığımız tecrübeler bir ilizyonsa sıradan olayların gerçek olup olmadığını bilmek olanaksız olacaktır. Bu tür global şüpehecilik senaryoları olağan şüphelerin çok ötesine geçer.
Neredeyse tüm bilgiler için benzer bir sorgulamayı yapabilirsiniz:
- “Gökyüzü mavidir” – Hayır şeytan size gökyüzünü mavi olarak gösterir, gökyüzü aslında sarıdır.
- “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır.” – Hayır, şeytan size böyle gösterir.
Bu argümanları sınırsız sayıda çoğaltabiliriz. Descartes’in şeytanı bize bildiğimiz her şeyi sorgulatır ve her bilgi hakkında şüphe uyandırır. Bu yaklaşıma göre mutlak bilgiye ulaşmak imkansızdır.
Descartes’in Şeytan Yorumu
- Descartes’ın argümanı, şeytan tarafından aldatılsa bile, en azından “ben varım” önermesinden emin olabileceğini gösterir.
- Descartes daha sonra Tanrı’nın var olduğunu da bilebileceğini iddia etmeye devam eder.
- Descartes, Tanrı’nın var olduğunu ve küresel olarak aldatılmasına izin vermeyeceğini belirledikten sonra, algılarına güvenebileceği ve böylece dış dünyanın var olduğuna güvenebileceği sonucuna varır.
Descartes algılarına güvenebilirse, algıları sıradan önermeler hakkındaki bilgisini haklı çıkarır ve böylece Descartes küresel şüpheciliği yenmiş olur.
Russel’in Bilginin Sınırı Yorumu
Bilginin sınırı konusunda, Russell’ın şüpheci argümana verdiği dış dünya yanıtı en iyi hipotezdir. Bu argümanı şeytan senaryosu için uygulayarak şunları söyleyebiliriz:
Herhangi biri:
- A: Dış dünya var ve algılama neden oluyor
- B: kötü bir iblis var ve algılarıma neden oluyor
- A veya B’yi kesin olarak kanıtlayamam
- Yani, A ve B’yi hipotezler olarak ele almalıyım.
- A, deneyimimin B’den daha iyi bir açıklaması vardır.
Yani zihinden bağımsız nesneler var ve algılarıma neden oluyor tezi B tezine göre daha
Olası yanıt:
Bununla birlikte, A veya B’yi kesin olarak kanıtlayamadığımız gerçeğinin Descartes’ın tüm amacı olduğunu söyleyebiliriz! Descartes şeytanın var olduğunu kanıtlamaya çalışmıyordu, bunun mümkün olduğunu söylüyordu – yani geçerli bir hipotezdi – ve bu yüzden sıradan bilgimize asla güvenemeyiz. Bilginin sınırı için bu hipotez önerilmiştir.
Ancak Russell, şeytan hipotezinin bilginin imkansız olduğu anlamına gelmediğini söylemiştir. Şeytan tarafından aldatılmadığımızı kesin olarak bilemememiz, gerçek bilgiye sahip olamayacağımız anlamına gelmez. Descartes burada bilginin yanılmaz bir tanımını üstleniyor bilgiye sahip olmak için şeytan tarafından aldatılmadığımızı bilmemiz gerektiğini varsayıyor. Russell, kesinliğin gerekli olmadığı yanıtını vermektedir: Elbette, şeytan tarafından aldatılıyor olabiliriz ve her iki seçeneği de bilemeyiz, ancak aldatılmadığımız ve inançlarımız doğru olduğu sürece sıradan (belirsiz) gerekçeler bilgi için yeterlidir.
Şüphecilerin Russell’ın argümanına yanıtı ise , dış dünyanın en iyi hipotez olduğuna itiraz etmektir. Eğer şeytan tarafından kandırılırsak, hala kavanozda veya kutudaysak, yaşadıklarımız bize aynen dış dünya tarafından yaratılmış gibi görünecektir. Bu nedenle, bir hipotezi diğerine tercih etmek için hiçbir nedenimiz yoktur: mevcut kanıtlar her iki hipotezi de eşit olarak desteklemektedir. Dolayısıyla mutlak bilgiden emin olamayız.
Locke’un Bilginin Sınırı Yorumu
- Algı, hayal gücünün aksine, istem dışıdır – bu, algının zihnimin dışındaki bir şeyden kaynaklandığını gösterir.
- Farklı algılar – ör. görüntü ve ses – tutarlıdır, her ikisine de neden olan ortak bir gerçeklik olduğunu düşündürür. Duyularımız gerçekliği doğrular.
Olası yanıt:
Şüpheciler, Locke’un algılarına neden olan dışsal bir şeyi kanıtlamayı başarsa bile, bu algının herhangi bir şekilde dış dünyanın doğru bir temsili olduğunu kanıtlamayı başaramadığı yanıtını verebilir. Onun (istem dışı) algılarına neden olan dışsal bir şey, onu aldatan bir şeytan olabilir.
Locke’un farklı duyuların tutarlılığı konusundaki görüşüne verilen şüphecilerin yanıtı da benzerdir: Farklı duyularımızın tutarlı olması, onların gerçekliği temsil ettiklerini kanıtlamak için bir kanıt değildir. Şeytan tutarlı deneyimler yaratabilir – ör. köpekleri görürken aynı zamanda havlayan köpekleri duymanız için sizi kandırabilir – ve bunun aksini söylemenin hiçbir yolu yoktur.
Berkeley’in Bilginin Sınırı Yorumu
Berkeley’in idealizmi, zihinden bağımsız nesneleri ve dolayısıyla zihinden bağımsız nesnelerin var olmadığı veya algılarından tamamen farklı olduğu senaryoları reddeder. Şeytani argüman asla idealizme karşı çıkmaz çünkü idealizm algı ve gerçeklik arasında hiçbir ayrım yapmaz: Berkeley’nin dediği gibi “Varlık algılanmalıdır”.
Berkeley, algılarının kendisinin dışındaki bir şeyden kaynaklanmış olması gerektiğini savundu ve bu algıların karmaşıklığı göz önüne alındığında, Berkeley nedenin Tanrı’nın zihni olması gerektiği sonucuna vardı. Berkeley’in algı teorisi burada şeytanın iyiliksever bir versiyonuna benzer: Tanrı onun algılarına neden olur, ancak bu algılar aldatmak yerine gerçektir.
Günvenilirlik Bilginin Sınırı mı Belirler?
Güvenilir bilginin tanımı, bilginin güvenilir bir yöntemle kurulmuş gerçek bir inanç olduğunu belirtir. Buna göre şeytan tarafından kandırılmadığımızı varsayarsak, algımız güvenilir bir bilgi toplama yöntemi olarak kabul edilir. Çünkü algım beni güvenilir bir şekilde gerçek inançlar oluşturmaya yönlendirir. Bu durum bilginin sınırı için güven oluşturur. Algımız ile elde edilen bilgi gerçektir.
Elbette, şeytan tarafından kandırıldığımızı zaten kanıtlayamayız ama bunun bir önemi yok. Güvenilir bir yöntem olarak kabul edilebilmesi için algımın güvenilir olduğunu bilmeme gerek yok. Aşağıdaki iki senaryoyu göz önünde bulundurun:
Senaryo A: Ben bir kavanozdaki beyin değilim
- Algı, gerçek dünyada yaşadığım ve doğru algıladığım için güvenilir bir yöntemdir.
- Algılarım beni Ellerimin var olduğuna inandırıyor.
- Benim inancım doğru çünkü ben kutudaki beyin değilim.
- Yani güvenilir bir yöntemle kurulmuş gerçek bir inancım var, “Ellerim var”
- Yani senaryo A’ya göre kesinlikle biliyorum “Ellerim var” “. (Ellerim gerçekse kavanozdaki beyin değilim)
Senaryo B: Kavanozdaki beyin benim
- Algım güvenilmez çünkü ben varildeki beyinim yapay uyaranlarla besleniyorum.
- Algım, beni ellerimin var olduğuna inandırıyor.
- Bu yüzden ellerimin var olduğuna dair yanlış bir inancım var.
- Dolayısıyla, güvenilirliğe dayalı olarak ellerim olmadığı durumunu biliyorum. Bu bilgi benim için doğrudur.
- Gerçek şu ki, “Ellerim var” gibi sıradan ifadelerden bahsediyorsak, bilgi sahibi olabiliriz.
Senaryo A veya B’de olup olmadığımızı bilmiyoruz ve bu nedenle bu tür önermelerin farkında olduğumuzu da bilmiyoruz – ama bunu bilmeye mecbur değiliz. Bir şeyi bildiğini bilmeden de bilebilirsin. Yani bilginin sınırı için bu ifade doğrudur.
Şeytan ya da kavanozdaki beyin gibi tuhaf bir şüphecilik durumunda olmadığımızı varsayarsak, “bilgi” güvenilir bir şekilde kurulmuş gerçek bir inanç olarak tanımlanırsa bilgi almak mümkündür. Kavanozda bir beyin olmasaydım, algım bilgi edinmek için güvenilir bir yöntem olurdu ve bu nedenle “Ellerim var” gibi önemsiz ifadeleri bilirdim.
Olası cevap:
Bununla birlikte, bir şüpheci, güvenilirliğin bilginin tam tanımı olmadığını söyleyebilir. Yanılmazlık veya haklı inanç gibi başka bir bilgi tanımıyla gidersek, sıradan bilgi için uygun bir gerekçe veremeyiz çünkü şüpheci bir yapıya sahip olmadığımız iddia edilemez. Bu nedenle, bilmenin başka bir tanımı doğruysa, önce şüphecilik meydan okumasını yenmesi gerekir. Bilginin sınırı asla mutlak olarak bilinemez.
Bir önceki yazımız olan Bilgi Felsefesinin Soruları Nedir? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.